13 Temmuz 2013 Cumartesi

İslamcılık

Son zamanların en hararetli tartışmalarından bir tanesi de "İslamcılık" oldu.

Herkesin kendince bir "İslamcı" tarifi var.

Son zamanlarda yapılan "İslamcılık" tartışmasının bir yere varamamasının asıl sebebi de kavramın adının tam konulamamasıdır. "İslamcılık = Müslümanlık" diyen de var, "İslamcılık doğru bir şey değildir" diyen müslümanlar da var. Geçen sene Yusuf Kaplan, Mümtaz'er Türköne, Ali Bulaç, Ömer Lekesiz vs. isimler kendi köşelerinde ciddi tartışmalara girdiler. Bu işe yıllarını vermiş İsmail Kara'yı da es geçmek ayıp olur.

Bana göre İslamcılık; Geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz asırda İslam'ın terakkisinin ancak siyasi yollarla olabileceğine inanıp, tavandan tabana doğru istenilen devrimi gerçekleştirme gayesidir. Tıpkı İran devriminde olduğu gibi... Bana göre İslamcılığın dünyadaki en bariz örneği; İhvân-ı Müslimîn hareketidir. Türkiye'de de aynı öğretilerle beslenmiş Milli Görüş ekolüdür. Dünyada İslamcılık deyince akla Cemaleddin Efgani, Reşid Rıza, Muhammed Abduh, Seyyid Kutub, Ali Şeriati ve Hasan el Benna gibi isimler gelir.

Benim İslamcılık tabirime göre bu durum yanlış değildir. Zira amaç ve niyetin hâlis olduğu bir gaye-i hayale yanlış denmez. Ama yöntem doğru da değildir. Doğru olmamasının sebebi de tavandan tabana inme düşüncesidir.

İşte tam da burada İslamcılık ve Risale-i Nur hareketi birbirinden ayrılıyor. Medyada İslamcılık tartışması yapanların bir çoğu Bediüzzaman'ı da İslamcı kategorisine dahil ettiler. Bu, o yazarların Risale-i Nur'u bilmemelerinin, Bediüzzaman'ı tanımamalarının da en bariz göstergesi oldu. Ne Risale-i Nur'dan İslamcılık çıkar ne de Bediüzzaman İslamcıdır. (Buradan İslamcılığın bir hakaret gibi algılanması sonucu çıkmasın!)

31 Mart hadisesinden sonra Bediüzzaman'ı mahkemeye çıkarırlar. Mahkeme reisi Hurşid Paşa darağacında sallananları göstererek sorar:

"Sen de şeriat istemişsin!?

Bediüzzaman cevap verir:

"Şeriatın bir hakîkatine, bin rûhum olsa feda etmeye hazırım. Zîra, şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazîlettir. Fakat, onların istediği gibi değil!"

İşte Bediüzzaman'ın "onlar" dediği fırka, o günün İslamcılarıydı.

Bağdat'ın ed-Difa gazetesinde yazılar yazan Bediüzzaman'ın talebelerinden İsa Abdülkadir'e o zamanlar bir takım sorular soruyorlar; "Türkiye'deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile alâkaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir? Türkiye'deki Nur talebeleri, Mısır'da ve bilâd-ı Arapta İhvan-ı Müslimîn namında ittihad-ı İslâma çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır?"

İsa Abdülkadir bu sorulara köşesinde cevap veriyor. Bu cevabı okuyan Bediüzzaman, cevabı beğenince Risale-i Nur Külliyatına eklenmesini istiyor ve Emirdağ Lahikası'na ekleniyor.

O cevap, Risale-i Nur'dan İslamcılık çıkmayacağının, Bediüzzaman İslamcı olmadığının da bir açıklamasıdır.

İhvân-ı Müslimîn ve Gönüllüler Hareketi

Hiç yorum yok: