17 Ekim 2010 Pazar

Terörist haklıymış


Yıl 1991 aylardan ağustos. Genel seçimlere 2 ay kadar az bir zaman var. Yaz tatilini memleketimiz Erzurum'da geçirip, Gaziantep'e dönüyoruz.
Çok küçük yaşlarda olmama rağmen ve daha dün ne yediğini hatırlamayan ben o günü çok iyi hatırlıyorum.
Gecenin ayazıyla birlikte Bingöl'e doğru ilerliyor otobüs. Çat bölgesine geldiğimizde bir konvoya takıldık. Otobüs ilerlemiyor. “İlerde kaza var herhalde” diyor şöför. Konvoy yavaş yavaş ilerledi ve kaza var denilen mahale ulaştık. Lakin ortada kaza falan yok, kadın askerler var. Kadın askerler mi? Evet. Annem de buna şaşırmış olacak ki otobüsün içinde birden bağırdı “Bizim kadın askerimiz mi var? Terörist bunlar!”
Otobüsün içi bir anda karıştı. “Kapıyı açma! Bas gaza gidelim!” uyarılarına aldırmayan şöför kapıyı açtı ve içeriye sakallı esmer bir adam girdi; “Herkes aşaği inecek!”
Haftalarca televizyonlarda verilen “terörisler yolcu otobüsünü taradı” haberlerinin gözümüzde canlanmasıyla yerimizden kalktık ve dışarı çıktık. Hepimizi bir yere topladılar. Otobüste askere yeni giden gençler vardı onları ayırdılar ve meçhule götürdüler. Bazı teröristler otobüse örgüt afişleri yapıştırmaya başladı. Biz o tedirginlikle etrafa bakarken başkan bağırdı; “Herkes beni dinlesin! Size bir şey yapmayacağız! Konuşma yapıp bırakacağız. Lakin bu söylediklerimi iyi dinleyin ve gidince askerinize, polisinize ve politikacılarınıza söyleyin! Askeriniz köylerimizi basıyor, halkımızı öldürüyor, çocuklarımızı dövüyor, insanlarımızı alıp götürüyor! Önünüzde seçim var! Bunu iyi değerlendirin! Demirel ve Mesut Yılmaz'a sakın kanmayın!”
Terörist bunları anlatırken hepimizin aklından aynı şey geçiyor; “Bizim asker öyle şey yapar mı hiç? Masum insanları, çocukları öldürür mü? O sizin işiniz!” 
Hava git gide soğuyor ve biz üşüyorduk. Birisi bayanlar ve çocukların otobüse bindirilmesini istedi, teröristler de bunu kabul etti. Erkekler aşağıda kaldı biz otobüse bindik.
Bize göz kulak olması için bayan teröristlerden birkaç tanesini başımıza diktiler. Tam bizim koltuğun yanında duran bayan teröriste sordu annem; “Kızım niye böyle yaptın? Bak ne güzel kızsın yazık değil mi sana?”
Adı Berivan'mış. “Sanane be kadın!” diyip dipçiği vurabilecek durumda olan o kız “Ne yapayım teyze? Şimdi anlatsam da inanmazsın bana. O yüzden boşver.” dedi. Muhabbet devam etti...
3 saat sonra bizi bıraktılar, herkes otobüse bindi lakin askerler hariç...
Ve o korkuyla evimize döndük.
***
Aradan 3 ay geçmişti. Teröristi dinlemedik tabiki ve Anap-Dyp koalisyonunu oluşturduk. Kendimizin bile inanmadığı o söylemleri eşe dosta anlattık. Heyhat kim inanır ki Türk askerinin öyle bir şey yapacağına?
Her akşam haberlerde çatışma haberleri, şehit sayısı, öldürülen terörisler, isimler ve resimleri veriliyordu.
Vizontele'nin o meşhur sahnesini biz o gün yaşamıştık. Bingöl'de teröristlerle girilen çatışma sonucu 4 terörist ölü olarak ele geçirilmişti. Resimler gösterildi ve Berivan da ölmüştü. O yüzleri asla unutamadığımdan hemen tanımıştım. Sonra anneme baktım, ağlıyordu. Evet annem bir terörist için gözyaşı döküyordu. Bu gözyaşını anlamak için o günkü muhabbete tanık, gerçeklere de vâkıf olmak lazım.
***
Geçenlerde haberlerde Ergenekon sanığı emekli bir albayın ses kaydı yayınlandı. Albay Jitem ile ilgili itiraflarda bulunuyordu. Güneydoğu'daki fâil-i meçhul cinayetler, basılan köyler ve öldürülen masum insanları, halkları birbirine düşürmek için kurulan kirli tezgahı bir bir anlatıyordu dostuna. Ben dalıp gitmiş bir halde ses kaydını dinlerken annem şöyle mırıldandı; “Terörist haklıymış...”

12 Eylül 2010 Pazar

Bediüzzaman'dan referandum yorumu

Bediüzzaman Said Nursi; 1910 yılında Güneydoğu'da, ayaklanmak isteyen Kürt aşiretleriyle münazara etmiştir. Bugünküler gibi beyninin üzerine oturmayan, anlatılanları objektif bir şekilde hakkaniyet ölçüleri içerisinde değerlendiren o günün Kürt önderleri Bediüzzaman'a hak vermişlerdir.
Bu münazaralar daha sonra "Münazarat" adlı eserle neşredilmiştir.

Kürt önderleri Bediüzzaman'a meşrutiyet (demokrasi) hakkındaki soru soruyorlar. Cevaplar Kürt önderlerine verilmiştir. Lakin Risale-i Nur umumun malı olduğu için cevaplar da aslen umumadır;

Suâl: "Vücudu hastalıktan şişerek dolgunlaşmış kimseyi güzel gördün." (Arap atasözü) Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrûtiyet daha bize selâm etmemiş; tâ ki, biz de "ehlen ve sehlen" diyelim...

Cevap: "Hayır! Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben hûri gibi güzel, hür bir hürrıyeti methettim." Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrûtiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Küdân ve Mâmehurân aşîretleri, daha asker gelmeden, alâküllihâl vermeye mecbur olan emvâl-i emîriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.
Siz diyorsunuz: "Şimdiki hükümet eskisi gibi zayıftır."
Evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebâbe doğru yükselir.'

Suâl: Neden böyle bulanıktır, sâfî olmuyor?

Cevap: Yüz seneden beri harâba yüz tutan birşey, birden yapılamaz. Size bir misâl söyleyeceğim. Bir bulagbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; âkıbet berrak olacaktır.


Suâl: Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?

Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.

Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar.


Ben, sizi tenbellikten kurtarmak için, kabahatlerinizi gösteririm. Ona çabuk gelmek istiyorsanız, işte mârifet ve fazîletten demiryolunu yapınız; tâ ki, meşrûtiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemâlâta binip ve terakkiyât tohumlarını bindirerek, kısa bir zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir...

Geldi Üstâdım geldi...

1 Nisan 2010 Perşembe

Kimin eserisin sen?

Ey minik yaprak!
Söyle! Nereden buldun dalı delecek gücü?
Nasıl çıktın zindanından dışarı?
Anlat bize, anlat ki; biz de kavuşalım ışığa, biz de çıkalım zindanımızdan dışarı...
Ey servi!
Yerde bitiyorsun ama nasıl da atılmışsın gururla göklere!
Kimden öğrendin? Nasıl yapıyorsun bunu?
Öğret bize de yükselmeyi göklere...
Ey baştan aşağı kanlara kesen gonca!
Sen ki kendinden çıktın!
Anlat bize nedir bu aşk? Öğret, nedir kendinden çıkma?

Hz. Mevlânâ

31 Ocak 2010 Pazar

Bir zamanlar Beşiktaş vardı

Yine bize hüsran, yine bize hasret var.
Yine bize "siyah" günler düştü eyvah...

Taraftar olmanın Beşiktaş'a bir katkı sağlamadığının gerçekliği ne kadar da acı...

29 Ocak 2010 Cuma

Facebook'tan nefret etme sebepleri

1-" Birader şu gruba bi el atıver de iteleyelim 1.000.000'a kadar" türünden gruplar,

2- "Biz yüklüyoruz, Facebook siliyor! Ah ulen ah Facebook bile bize karşı! Türk'ün Türk'ten başka dostu yok! İzle ve izlet!" türünden heyecanlı gençlerin yüklediği videolar,

3- "Türksen, Müslümansan, vatanını seviyorsan, x isen, y isen paylaşırsın!" türünden paylaşımlar,

4- "Paylaşmayan beni listesinden silsin!" türünden tehditvâri paylaşımlar,

5- Bir zaman sonra modası geçecek ama günü kurtarmak için oynanan ve herkese inatla davetiye gönderilen oyunlar,

6- Bir resim eklenip, açıklama kısmında Türkçe'nin ve dil bilgisinin ayaklar altına alınıp, ünlü harflerin yazılmayıp, ünsüz harflerin yabancı harflerle yer değiştirdiği paylaşımlar,

7- Vurucu olduğu zannedilen saçma sapan sözlerle ve anlatılmak istenenle alakalı resimler paylaşan 13-17 yaş arasındaki ergen gerisi sefillerin kurduğu gruplar,

8- "Aha bunun grubu yokmuş! Dur önce ben açayım bu grubu!" diyerek dil bilgisi kurallarını hiç sayarak, küçük harfle, virgülsüz, yabancı karakterlerle kurulan, bazen üyesi çok! genellikle de üyesi az olan gruplar,

9- Zamanında; Memoli, Aynalı Tahir gibi televizyon kahramanlarına hayran olup, günümüz de ise Behlül gibi gavatlara hayran olan ve o gruplarda "ayy behlül hstym snaa XD" türünden anlamsız şeyler yazan ergen olmaya aday kızlarımız,

10- "Heheee! Dur karizma bir grup kurayım da hatun düşüreyim!" diyip yukarıda saydığımız türden gruplar kuran abaza gençlerimiz.

Bir Türk gözüyle, Türklerin kullandığı Facebook'un sosyal-analizi...
Yabancıların gözüyle yapılan bir analizin çok daha farklı olacağını düşünüyorum. En azından bizimkisi kadar kötü değildir. Yoksa daha mı beter?

22 Ocak 2010 Cuma

İhtilal ezanı

Darbe sonrası minarelerde okunacak olan Türkçe ezanı araştırmalarım sonucunda buldum.
Pek zor olmadı aslında...

İşte o ezan;

Ordu uludur
Ordu uludur
Ordu uludur
Ordu uludur
Şüphesiz bilirim ve bildiririm darbeden başka yoktur yapacak
Şüphesiz bilirim ve bildiririm darbeden başka yoktur yapacak
Şüphesiz bilirim ve bildiririm Türkiye'nin güvencesidir asker
Şüphesiz bilirim ve bildiririm Türkiye'nin güvencesidir asker
Haydi balyoza haydi balyoza
Haydi aydınlanmaya haydi aydınlanmaya
Ordu uludur ordu uludur
Darbeden başka yoktur yapacak

Erşan Kuneri'den yeni film

Yok abi yok! Mümkün değil! Olur mu abi?
Benim adım Erşan Kuneri yandaş mıyım ben?
Tankla geçilecek dedim ben! Tabi canım tabi!
Asker, anayasa mahkemesi, Hsyk, cahil halk hepsi!
Orduda geçiyor olay zaten abi!
Hsyk anayasa mahkemesini, anayasa mahkemesi askeri, asker halkı sonra hepsi halkı...
Tabi tabi!
Bastır hemen belgeleri ıslak imzayı atıp gönderiyorum.
Filmin adı "Darbeli Balyoz"
Hadi baba...

21 Ocak 2010 Perşembe

Alın size balyoz!

Bir balyozdur gidiyor memlekette...
Bombalamalar, jetler, fişlemeler falan filan...
Hasta ruhlu insanların uydurduğu saçma sapan haberlere inanmayın.

Gelin ben size gerçek balyozu anlatayım.

Tarih 18 Ekim 2006...
Başbakan makam aracında unutuldu.
Alışverişe çıkan dalgın annelerin çocuğunu arabada unutması gibi unutuldu işte.
Unutulunca da klostrofobi ve monofobisi azmış olmalı ki baygınlık geçirdi.
Korumaların eli ayağı birbirine dolaşmıştı. (kendilerinin soğukkanlılığını da görmüş olduk)
İşte o an!
Genelkurmay mı gönderdi nerden geldiyse bir balyoz çıktı ortaya.
Bir korumanın eline sıkıştırıldı ve "vur yiğidim!" dediler.
Koruma vurdu, vurdu, vurdu ve camı kırıp Başbakanı kurtardı.
Aman Allah'ım ne kadar heyecanlıydı!

Peki asıl kahraman olan "balyoz" depoya mı atıldı?
Özelleştirilip inşaat malzemeleri satan bir firmaya mı satıldı?
Hayır!
Akp Bingöl milletvekili Feyzi Berdibek satın aldı.
Hatıra olarak canım...

Velhasıl kelam balyoz malyoz yok!
İşte görüp göreceğiniz tek balyoz...

Kandırıldık ey halkım unutma bizi!

Aydın Doğan'ın biricik gazeteleri yine, yeni, yeniden, taptaze hemi de ortaklaşa bir yalan habere imza attılar.
Neymiş efendim Avustralya Açık Tenis turnuvasının 2. turunda Marsel İlhan'ı desteklemeye giden Türk seyirciler rezillik çıkarmışlar. Rezillikleri de tiyatro izler gibi tenis maçı izleyen bir izleyici kitlesinin içinde tezahürat yapmak, her sayıda gol olmuş gibi sevinmek ve meşale yakmakmış...

Haberi ilk okuduğumda hiç şaşırmadım.
Zira tam bizim işimizdir o.
Çünkü bizim için sporun dalı önemli değildir.
Futbol stadında ne tür atraksiyonlar yapıyorsak, basketbolda, voleybolda, hentbolda hatta eskrimde (yeter ki tribün olsun) bile onu yaparız.
Tezahürat ederiz, meşale yakarız, tepiniriz, gerekirse küfrederiz...

Haberin başlığı bile başlı başına bir mesaj; "Türk Açılımı!"
Ne kadar sarsıcı değil mi?

Neyse ki fazla sürmeden tenishaber.com yazarı Okan Kılıçkaya haberi geniş açıklamayla yalanladı.

O değil (an itibariyle) Vatan ve Milliyet gazeteleri hâlâ inadını sürdürüyor ve haberi internet sitelerinden kaldırmıyorlar.

Size inanan da kabahat zaten...


Sen de mi Brütüs?

Ne güzel uslu uslu sanatını yapıyordun. Herkesin takdirini alıyor, "büyük sanatçı be!" övgülerine mazhar oluyordun.
Geçen gün de çıktın;
"6 yaşındayken bir arkadaşımı kaybettim ve o günden sonra Allah'a olan inancımı kaybettim. Allah bir çocuktan ne ister ki?" türünden bir açıklama yaptın.

Bugün ne yaptın peki?
Sabahın köründe kalkmışsın, o paranoyak, o yandaş, o şeriatçı Taraf gazetesi tayfasıyla adliyeye gidip Balyoz imalatında adı geçenler hakkında suç duyurusunda bulunmuşsun. O da yetmiyormuş gibi basın açıklaması yapmışsın.

Oldu mu şimdi?
Yakıştı mı sana?
Sen ki muhafazakar bir toplumda cesurca ateist olduğunu açıklamış aydın (hoş bu saatten sonra aydın sıfatını da kaybettin) bir sanatçısın.
Senin gibi bir ateist nasıl olur da Allah için, din için onlarca suikast düzenleyen bir tayfayla ortak hareket eder?
Hiç yakıştıramadım cık cık cık...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Yeni "yandaş"lar basına tanıtıldı

İlk yandaşımız ülkenin yetiştirdiği önemli aydınlardan (belki de en önemlisi) merhum Uğur Mumcu'nun oğlu Özgür Mumcu.
Demiş ki küçük bey;

"...Bu cinayeti kontrgerillanın işlediğini duysam şaşırmam. PKK’nın yaptığını duysam yine şaşırmam. Ama ben bu cinayetin bir İslamcı operasyonu olduğuna inanmıyorum."

Oldu mu bu laf şimdi bu?
Yapılır mı bu gül gibi Silivri eşrafına?
Sen bunu diyerek hükümetin ekmeğine yağ sürdüğünün farkında değil misin?
Bilmez misin sen her doğru her zaman söylenmez.
Ne gerek vardı şimdi bu açıklamaya?
Ne güzel de inanmıştık babanı öldürenlerin dîni duyguları nirvanaya ulaşmış şeriatçılar olduğuna?
Sen geldin şimdi bir avuç inciri berbat ettin!
Yoksa içkili miydin o açıklamayı yaparken?
İtiraf et her şeyi unutalım...

Listemizin ikinci ve son sırasında ise Hrant Dink'in oğlu Arat Dink var.
Babasının ölümünün 3. yıldönümünde Agos gazetesinin camından bir konuşma yaptı;
Dedi ki;

"...Bu ülkede 'Kafes Planı' diye bir plan çıktı ortaya. Orada 'Hrant Dink Operasyonu' deniliyor. Bütün ülke biliyor mu bunu? Bütün medya yazdı mı bunu? Orada sadece Hrant Dink Operasyonu mu diyor? Gayrimüslimlerin üzerine korku salmaktan bahsediyor."

Dink! Arat Dink!
Birader ne diye karıştırıyon şimdi kafesi falan?
"Hrant'ın katili Ergenekon çetesi" diye bağıran o kalabalık senden bunu duymak istese bile söyleme boşver!
Belki onu söylemesen ertesi gün Hürriyet gazetesindeki lümpenler seni köşelerine taşıyacaklardı. Ama sen ağzını tutamadın büyük bi fırsatı kaçırdın!
Yoksa sen de kafayı mı yedin Cem Karaca gibi?

X, Y, Z ve Ağca

Şimdi kısaca özetleyecek olursak;

X = İtalya'nın kamusal ve kurumsal efelerinin oluşturmuş olduğu, sayısız (sayılı aslında 4298) terör olaylarına imza atmış Gladio terör örgütü. (GTÖ bu adı ben verdim arak diil!)

Y = İnsanın yanından geçmeye korktuğu, çevresi yüksek duvarlarla kaplı, içinde ne olup bittiğini kimsenin bilmediği, Gladio'nun hakimiyetinin olduğu bir devlet içinde kurulmuş bir devlet. Nâm-ı değer Vatikan...

Z = O da bizim ETÖ işte...

Ne demişti Rakel Dink;
"Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun bir zamanlar bebek olduğunu da biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratmayı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim."

Bir bebekten bir katil yaratan karanlığın kurucuları Z'yi oluşturup, bir zamanlar bebek olan Ağca gibi gençlerin beline silahı verip, "koçum! heheyt aslana bakın hele! al bu silahı aslanım devletin sana ihtiyacı var" diyerekten, kardeşi kardeşe vurdurmuş, önemli insanları o bebeklere öldürtmüş ve ülkeyi kaoslardan kaoslara itelemiştir.
Z'yi burada X desteklemiştir.
X memleketinde adam bulamamış gibi, Z'nin adamlarını kullanıp Y'yi vurarak kendi ülkesini kaosa sürüklemiştir.
X tasfiye edilmiştir, darısı Z'nin başına...
Y mi?
O kendi halinde takılsın elleşmen.

The tonight show with Uğur Dündar

Uğur Dündar abimiz bugün üstün gazetecilik yeteneklerini kullanarak, "Balyoz" darbe planını hazırladığı iddia edilen Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ı ana haber bülteninde konuk etti.
Öyle sorular sordu ki akıl sır erdiremen...
Ben hayatımda bu kadar köşeye sıkıştırıcı, kurnaz, sinsi, amansız, cevaplanması zor sorular soran ikinci bir gazeteci görmedim. Hatta ikinci bir gazeteciyi de yanına alıp çapraz sorguya çekseydi bile bu kadar başarılı olamazdı.
Çetin Doğan'ın bu kadar terlediğini de daha önce hiç görmemiştim. (hakikaten de görmedim he)
Yıllarca insanlara güven aşılayıp sonra biriktirdiği bonusları kullanan Uğur Dündar abimiz ne yaptı öyle? Böylesini ne Ali Kırca, ne Reha Muhtar ne de Birand yapabilir...
Oraya buraya gitmeye gerek yok! İşte karşınızda birinci ağız! Size iddiaları bütün içtenliğiyle cevaplayacaktır!

- sayın doğan fatih camisini bombalayacak mıydınız?
- olur mu öyle şey efendim! bunlar hasta ruhlu insanların ortaya attığı yalanlardır!
- harbiden yapmıycak mıydın ya?
- yok yahu olur mu öyle şey?
- peki jet uçağı düşürecek miydiniz?
- efendim böyle birşey olabilir mi!?
- ya ne bilim hani böyle içkiyi fazla kaçırıp düşünmüş olabilirsiniz?
- yok efendim bunlar ne biçim iddialar?
- ya iyice bi düşün?
- bakın efendim ben böyle böyle böyle bi komutandım. beni askerlerime sorun...
- (yüzünde idrar torbası full olan bir insanın işediğindeki rahatlık ve mutluluk:)
- bakın efendim ben maya dergisinde yazılar yazıyorum (reklamlar) orda yazdıklarım zoruna gitti bunların o yüzden böyle iftira atıyolar!
- ya paşam biliyom yapmadığını da işte ben tarafsız bi gazeteciyim ya o yüzden sormak zorundayım bunları :)
- tabi sayın dündar. ben sizin tarafsız, objektif, şöyle böyle bi gazeteci olduğunuzu bildiğim için kabul ettim. yoksa beni ne yandaş doktorlar ne gerici mühendisler canlı yayına çıkartmak istedi de ben gitmedim.
- yardır paşam!
- eyvallah uğurum. başın sıkışırsa dara çetin paşanı ara ;)