30 Eylül 2011 Cuma

Roni Margulies'den inciler

12 Eylül 2010 Anayasa referandumu için İzmir'de düzenlenen "Yetmez ama evet" sempozyumuna katılmıştım. Ferhat Kentel'in konuşması sırasında Ödp'li bir dingil sahneye fırlayıp konuşmacılara yeşil boya fırlatmıştı. Olaydan sonra konuşma sırası Taraf gazetesi yazarı Roni Margulies'e gelmişti. Roni öyle bir konuşma yaptı ki sürekli kahkahalar ve alkışlarla kesildi. Noktasına virgülüne dokunmadan o konuşmayı paylaşıyorum;

"Şimdi bana yeşil boya attılar tabi sosyalist olduğum için ama Abdurrahman (Dilipak) beye de kızıl boya atacaklar. (Alkışlar)
Bana boya atan bu hıyarağası devrimi Mustafa Kemal'den öğrenmiş. Ben ise Marx'tan öğrendim.

Sen bu hareketi yaparak koruyorsun demektir devrimi, bunun başka bir mantığını ben bilmiyorum. Koruyor, sol olduğunu "devrimcileeaarr!" diye bağıra bağıra mevcut anayasayı dolayısıyla mevcut sistemi koruyor ve bizim gibi (Abdurrahman beyi tenzih ederek söylüyorum çünkü o mürteci:) biz geri kalanlarımız da liboş, o arkadaş da devrimci... Böyle bir manyaklık ancak Türkiye'de olur arkadaşlar. (Alkışlar)

Bugün Türk solunun hemen hemen hepsi; Ödp, Emep, Tkp, Halk evleri gibi örgütlerin tümü Kemalist'tir, solcu değildir, sol olmakla alakası yoktur, mevcut devleti koruyan örgütlerdir.

Öte yandan öyle bir devletten söz ediyoruz ki; yaptığı her şeyi 1923'ten başlayarak, halk adına, ilericilik adına, aydınlanma adına, modernleşme adına, muasır medeniyet seviyesine çıkma adına, antiemperyalizm adına yapmış. Ve bunu yaparken elinde bir halk var. Modernleşecek olan bu halk... Kendisi zaten modern, Mahmut Esat Bozkurt çok modern bir adamdı. Gel gör ki milletvekili olduğu Aydın halkına bakıyor Kemalist Mahmut Esat bey; kaba saba, kıllı, Türk müziği dinleyen opera dinlemeyen, bale yapmayıp saçma halk dansları yapan garip bir halk. Beğenmiyor Mahmut Esat bey bu halkı. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacak ama ya böyle bi millete de egemenlik verilir mi? (Alkışlar)

Bu millet medeni Fransız milleti gibi olsun. Doğru dürüst konuşmayı öğrensin, traş olsun, bale yapsın, opera dinlesin, ondan sonra egemenlik kayıtsız şartsız onun "belki" olabilir. Bu devlet bu halkı adam edecek, misyonu bu. Sadece adam değil! Hem adam olacak, hem Fransız gibi olacak, hem aynı zamanda Türk olacak, Müslüman olacak, Sünni olacak (bazılarınız sevindi tabi ben böyle diyince:) sevinmeyin arkadaşlar bir de laik olacak... (Alkışlar)

Şimdi Türk olacak dediğimiz zaman bir kere Kürtleri halletmen gerekiyor. Müslüman olacak dediğimiz zaman gayrimüslimleri halletmen gerekiyor. Sünni olacak dediğimiz zaman Alevileri halletmen gerekiyor. Laik olacak dediğimiz zaman da başörtülüleri dolayısıyla Müslümanları halletmen gerekiyor. Dikkat ederseniz başka kimse kalmadı. Yani memlekette başka türlü insan yok, ha bir de Mahmut Esat bey var. (Alkışlar)

Bu öyle bir devlet ki; bu şekilde herkesi adam etmeye çalışacaksa, yoğun bir baskı mekanizması kurmak dışında yolu yoktur bunun. Dolayısıyla 1923'te kurulan ve hala başımızda olan Kemalist devlet hepimizin başına sorun açmıştır, çok kanlı dönemler yaşamışısızdır. Pek çoğumuz öldürülmüş, mübadele edilmiş, göç ettirilmiş, dağlara çıkarttırılmış çünkü başka türlü hepimizle baş etmesinin yolu yoktur. Hiç birimizi beğenmiyor çünkü.

Şimdi ben devrimci olarak bu devletten memnun değilim, ben bu devleti değiştiricem. Bu yarın olmayabilir kusura bakmayın biraz daha örgütlenmem gerekiyor. Ama devrimcilik budur. Bunu değiştirirken bir yere kadar aranızda Müslüman arkadaşlarla, sosyalist olmayan arkadaşlarla, bu devletin şu halinden memnun olmayan herkesle beraber mücadele edeceğiz. Çünkü Abdurrahman bey çok güzel ifade etti; ayrı gayrı durduğumuz zaman hepimizin... nasıl bir ifade kuracağımı bilemedim. Hepimizle kolayca baş ediyor. Bir yere kadar beraber yürümemiz gerek. Bugün o yer 12 Eylül 2010'dur. Şu anayasa değişikliklerini geçirmek, 12 Eylül anayasasında ufak da olsa bir delik açmak gerek. Referandumdan sonra ben yine devam edeceğim. Bana çok iyi bir anayasa da yetmiyor. Çünkü o çok iyi anayasanın ardında yine Tsk olacak yine Yargıtay olacak ben devam edeceğim mücadele etmeye. Siz aranızda memnun olmayanlarınız o noktada durursunuz. Kavga da etmeyiz, birbirimizin üzerine boya atmaya da hiç gerek yoktur."

27 Eylül 2011 Salı

Bir senarist olarak Cübbeli Ahmet Hoca

Bir önceki yazımda Cübbeli Ahmet Hoca'nın (bana göre) yanlışlarını görüp yazmıştım. Şimdiye kadar menfi bir tepki almadım. Bu sefer hocanın ilmi yönüyle alakalı yazacağım. Aslında bu haddime değil biliyorum ama yazıyı okuyunca hak vereceksiniz.

Bir önceki yazımda Cübbeli Ahmet Hoca'nın ehl-i sünnete sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemiştim. Hoca ehl-i sünnete öylesine bağlı ki; hiçbir hadisi, “senet-ravi” kritiğine gerek görmeden hepsini sahih kabul ediyor. Öyle ki bir sohbetinde okuduğu bir hadisin kaynağını belirtirken; “Ben bu hadis-i şerifi Süleymaniye kütüphanesindeki bir kitapta gördüm” demişti. Yani Süleymaniye kütüphanesindeki kitapta öyle bir hadis var ki; bu hadisi Buhari, Müslim, Tırmızi, Nesai, İbn-i Mace, Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis üstadları bile görmemiş ama birisi görüp bir kitaba yazmış. Olamaz demiyorum elbette olabilir. Zira Osmanlı özellikle Hadim'ul Haremeyn (kutsal toprakların hizmetçisi) olduğu dönemde Mekke ve Medine'deki değerli eşyaları ve kitapları İstanbul'a getirmişti.

Benim demek istediğim şu; günümüzde öyle ilahiyatçılar var ki (ki bunlar Ahmet Hoca'nın reddiye yazdığı isimler); içerisinde Buhari ve Müslim hadislerinin de geçtiği Kütüb-ü Sitte'ye “Yalan efendim! Uydurma bunlar” diyorlar. Bunlara karşılık Cübbeli Ahmet Hoca da “Uydurma hadis, zayıf hadis diye bir şey yoktur, bütün hadisler sahihtir” diyor. Tamamıyla katılmasam da ben bu konuda yine de Cübbeli Ahmet Hoca'nın tarafındayım. Zira hadis-i şeriflere “yalan” deyip gaflete düşeceğime, Ahmet Hoca gibi hüsn-ü zan gösterip sahihtir derim.

Biliyorum ne maksatla bu başlığı attığımı merak ediyorsunuz. Gelelim asıl meseleye... Cübbeli Ahmet Hoca hemen hemen her sohbetinde ve vaazında ahirzaman meseleri hakkında bir şeyler anlatıyor. Bu konuda kitapları da var.

Hoca ahirzaman meselesinin en çok tartışılan konuları olan “Deccal, Mehdi, Mesih” konusunda bütün hadisleri bir bütün içinde ele alıyor. Risale-i Nur kültürü olmadığı için de hadisleri bir senarist gibi redakte edip ortaya bir senaryo taslağı koyuyor.

Misal Mesih'i anlatırken; “Şimdi gelmedi, gelmesine daha çok var. Gelince elinde kılıncıyla Şam'daki Emevi camisine inecek. Oradan Kudüs'e Mescid-i Aksa'ya gidecek. Giderken yolda her taş ve her ağaç “Benim arkamda Yahudi var gel onu öldür!” diyecek. Mesih onları öldürerek yoluna devam edecek. Mescid-i Aksa'ya gittiğinde orada Mehdi ve talebelerini görecek. Camiye girdiğinde cemaat ona yol açacak ve imamlık makamına doğru yürüyecek. Mehdi “Sen Peygambersin namazı sen kıldır” diyecek. Mesih de “Hayır sen kıldır” diyecek ve Mesih Mehdi'ye namazda tabi olacak. Sonra Mesih Kudüs'ten çıkıp Dikili taş'ın olduğu yere gidecek. Orada Deccal ile karşılaşacak. Deccal Mesih'ten çok uzun olacak. Mesih zıpladığında ancak onun bacağına gelecek ama buna rağmen Mesih Deccal'ı öldürecek.

Mehdi'yi anlatırken de sürekli Adnan Oktar ile kavga ediyor. “Mehdi daha gelmedi, gelecek. Gelince kendini belli edecek. O da Horasan-Şam dolaylarında zühur edecek. Siyah bayrağı olacak. O bayrağı görenler ona koşup talebesi olacak.

Deccal; “Bir adadan zühur edecek. Bir tane merkebi olacak. O merkebin bir kulağı cennet bir kulağı cehennem gibi olacak. Bir gözü kör olacak. Elinin biri delik olacak. Alnında “bu kafirdir!” yazacak.

Evet işte ele geçirdiğim senaryo! Hocanın anlattığı bu olay ahirzaman hadis-i şeriflerinin toplamından oluşan bir senaryo aslında yeni değil. Bir önceki yazımda dediğim gibi hoca çağı doğru okuyamadığından hadis-i şerifleri böyle basitçe yorumluyor. Çağı doğru okuyamamasının en büyük nedeni de çağımızın eseri olan Risale-i Nur Külliyatına vakıf olamamasındandır.

Risale-i Nur'u da geçtim. İmtihan sırrı, imtihan perdesi diye bir olay var. Şu anlattıklarının bugün olduğunu bir düşünsenize; Sosyal, yazılı ve görsel medyanın bu kadar geliştiği günümüzde (ilerde daha da gelişecek) Şam'daki Emevi camisinin minaresine elinde kılıncıyla Mesih iniyor. Anında bütün gazeteciler orada. Fotoğraflar, flaşlar vs. Mesih minareden inmeyedursun anında etrafını saracaklardır. “Sayın Mesih! Deccal'ı öldürecek misiniz? Efendim! Kudüs'e ziyaretinizin sebebi nedir?” gibi sorular...

Dalga geçmiyorum hemen tepki göstermeyin. Olayı akla mantığa yaklaştırmak istiyorum. Yani düşünün ki bütün dünyanın gündemi, aynı anda zühur eden Mesih, Mehdi ve Deccal. Gazetelerin manşeti bunlardan geçilmiyor. Ve yaşananlar 15 asır evvel Efendimiz (sav) tarafından söylendiği için de imtihan perdesi yırtılıyor.

Yani düşünün adanın birinden bir adam zühur ediyor ve bir eşekle dolaşıyor. Allah aşkına hangi asırdayız yahu? Şu asırda bile köy dışında eşeğe binen adama gülerler. Buna rağmen Cübbeli Ahmet Hoca diyor ki; Deccal'ın gelmesine nerden baksan yarım asırdan fazla var. Yani hocanın söylediğine göre Deccal, Jetgiller gibi bir devirde gelecek ve bir eşekle dolaşacak.

Alnında da “bu kafirdir!” yazacakmış. Hani bu Deccal Mehdi gibi müspet birisi olsa herkes Deccal olabilmek için alnına “bu kafirdir!” dövmesi yaptırır ama değil işte.

Ancak yaşadığı çağı doğru okuyamayan birisi ahirzaman hadislerini böyle anlatır. Anlatır demek de yanlış olur. Ezberlemiş, sıraya dizmiş okuyor. Halbuki ahirzamanda kıyamet alametleri olarak ifade edilen hadis-i şeriflerde anlatılan hususlar, teşbih ve temsillerle anlatılmıştır. Manay-ı sarihinden başka lazimi manaları murat edilmiştir. Cübbeli Ahmet Hoca bu hadisleri yorumlayamıyor ama inkar da etmiyor. Abdülaziz Bayındır gibi ilahiyatçılar ise de yorumlayamadıklarından uydurmadır diyorlar.

Bunu şimdiye kadar tek ve doğru yorumlayan Üstad Bediüzzaman Said Nursi'dir. Üstad; Mehdi, Mesih ve Deccal'ın şahs-ı manevi olduklarını ifade etmiştir.

İşte Üstad'ın ahirzaman hadislerinden bir tanesini te'vil edişi ve Mesih&Deccal hakkındaki yorumu;

Sual: Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki rivayetlerde gelmiştir ki: Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.” Böyle umûmîyetle îmana geldikten sonra nasıl umûmîyetle küfre giderler?


Elcevab: Hadîs-i sahihte rivayet edilen: “Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini ve şerîat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldüreceğiniîmanı zaîf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakîkatı îzah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:


O hadîsin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri ma’na budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:


Birisi: Nifak perdesi altında, risâlet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan nâmında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şerîat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nurânîsine bağlanan, ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nurânî, o Süfyan’ın şahs-ı ma’nevîsi olan cereyan-ı münâfıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.


İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vâsıtasiyle intişar ederek kuvvet bulup ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir pâdişâhı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabûl etmiyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi pâdişâhlık ve bir gûna hâkimiyet verir. Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rubûbiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarâne surî hükümetini bir nevi rubûbiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûb olan ve bir sineğin kanadını bile îcad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet da’va etmesi, ne derece ahmakcasına bir maskaralık olduğu ma’lûmdur.


İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i ma’nevîyesinden ibaret olan hakîki İsevîlik dîni zuhur edecek, yâni Rahmet-i İlâhîyenin semâsından nüzûl edecek; hâl-i hazır Hıristiyanlık dîni o hakîkata karşı tasaffi edecek, hurâfattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakâik-i İslâmiye ile birleşecek; ma’nen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâb edecektir... Ve Kur’ân’a iktidâ ederek, o İsevîlik şahs-ı ma’nevîsi tâbi’; ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.


Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûb olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak isti’dâdında iken, âlem-i semavâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinâd ederek haber vermiştir. Mâdem haber vermiş, haktır; mâdem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır. Evet, her vakit semavâttan melâikeleri yere gönderen ve ba’zı vakitte insan sûretine vaz’eden (Hazret-i Cibrîl’in “Dıhye” sûretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer sûretine temessül ettiren, hatta ölmüş evliyâların çoklarının ervahlarını cesed-i misâliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsâ dinine âid en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakîkaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil..belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.


Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakîki İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nûr-u îman ile O’nu tanır. Yoksa bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır. 


Suâl: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı Cennet’i var; kendine tâbi’ olanları ona atar. Hem yalancı bir Cehennemi var; tâbi’ olmayanları ona atar. Hatta o kendi merkebinin de bir kulağını Cennet gibi, bir kulağını da Cehennem gibi yapmış... Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır...” diye târifat var?


Elcevab: Deccal’ın şahs-ı sûrîsi insan gibidir. Mağrur, fir’avnlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan; sûrî, cebbârâne olan hâkimiyetine, ulûhiyet nâmını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı ma’nevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal’a âid tavsifat-ı müdhişe ona işâret eder. Bir vakit Japonya’nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal’asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanı’nın bu sûrette tasviriyle, ordusunun şahs-ı ma’nevîsi gösterilmiş.


Amma Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vâsıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi’ olmayanları ba’zan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yâni diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi’ olanları oraya oturtur. Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefâhet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Biçâre ehl-i diyânet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebânisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.


İşte İsevîliğin dîn-i hakîkisi zuhur ile ve İslâmiyete inkılâb etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nûrunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder ve “Elhükmü lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmıyacak, yâni ehemmiyetli bir cemâat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkiye sâhib olacak bir sûrette “Allah Allah” denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlûb düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı ânında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i îmanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır. (On beşinci mektup – Dördüncü sual)

Cübbeli Ahmet Hoca bu konuda kendini geliştirmek istiyorsa Risale-i Nur'u bir program dahilinde okumalıdır. Yoksa "his yok, hareket yok, acı yok leş mi kesildin?" Ondan sonra bekle Deccal gelecek de, Mehdi gelecek de, Hz. Mesih inecek de bizi kurtaracak kıyamete kadar bekler durur...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Cübbeli Ahmet Hoca ve ekibi

Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü hoca ehl-i sünnete sıkı sıkıya bağlı, medrese eğitiminden geçmiş bir müderristir. Medyatik olana kadar hüsn-ü zan besliyordum. Fatih Altaylı'nın programında ilk gördüğümde “Eyvah! Fatih Altaylı'nın ağına düşmüş yazık!” dedim. Zira bilirim ki Altaylı son derece uyanıktır ve işin içinde çıkarı olmayacaksa bir hocayı ekranlara çıkarmaz.

Zira biz Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz ve İsmail Nacar gibi ağzından çıkan iki laftan birisinin “yalan efendim!” olan hocalara alışmıştık.
Sonra kuşkularımda haklı çıktım ve Fatih Altaylı'nın asıl maksadını anlamış oldum ama maalesef Cübbeli Ahmet Hoca anlamamış...

Programda Fatih Altaylı o kadar kahkahadan, reytingden sonra can alıcı sorusunu sordu; “Hocam Risale-i Nur. Yani nedir? Tefsir midir farklı bir şey midir nedir?
Cübbeli Ahmet Hoca da okuyup araştırmadan Risale-i Nur'u tenkit etti. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde görevli bir profesörün görüşlerini aktardı. Bediüzzaman diyormuş ki; “Yahudi ve Hıristiyanlar cennete girecek.”

Fatih Altaylı müthiş ortasını rakibe çarptırarak gole dönüştürmüştü ve amacına ulaşmıştı.
Cübbeli Ahmet Hoca'nın Risale-i Nur ile ilgili söylediği ehl-i necat konusu İmam Gazali'nin Faysalü't Tefrika adlı eserinde geçiyor. Yani Cübbeli Ahmet Hoca aslında Bediüzzaman'ı değil, İmam Gazali'yi tenkit etmiş oldu. Sonrasında Mehmed Paksu'nun gayretleriyle Cübbeli Ahmet Hoca hatasını anlamış ve Moral Fm'e çıkarak herkesten özür dilemiştir.

Sonrasında anladık ki Yahudi ve Hıristiyanların akibeti Cübbeli Ahmet Hoca'ya baya baya dert olmuş. Geceleri rüyasında bu konuyla alakalı rüyalar gördüğünü, “cehenneme gideceksiniz! cehennemliksiniz cehenneeem!” diyerek uyandığını düşünüyorum.

Cübbeli Ahmet Hoca Yiğit Bulut'un da konuğu oldu. Jöleli tıpkı Altaylı gibi gırgır şamatadan sonra 10 puanlık uzmanlık sorusunu sordu yani ortayı açtı; Hocam Fethullah Gülen için ne dersiniz?

Risale-i Nur konusunda menfi şeyler söyleyen Cübbeli Ahmet Hoca bu sefer kendi kalesine gol atmadı ve topu ceza sahasından uzaklaştırarak gayet müspet şeyler söyledi; “Ehl-i Sünnete bağlı âlim bir hocadır...

Fakat çok enteresan bir çelişkiyi paylaşmak istiyorum. Cübbeli Ahmet Hoca Yahudi ve Hıristiyanların akibeti konusunda söylediği her sözü Dinlerarası Diyaloğa dayandırıp, diyalogçulara verip veriştiriyor ve “Dinlerarası Diyalog ehl-i sünnete ters, kafir işi bir icraattir” diyerek binlerce insanı tekfir ediyor. Benim anlamadığım şu; herkes biliyor ki Türkiye'de ve dünyada Dinlerarası Diyaloğu Fethullah Gülen Hocaefendi başlatmıştır ve yapılan bütün icraatleri halen desteklemektedir. Her fırsatta Samanyolu tv ve Zaman gazetesine çatan Cübbeli Ahmet Hoca, söz konusu Fethullah Gülen Hocaefendi olunca neden konuşamıyor da övüyor? Yoksa Hocaefendi'den korkuyor mu? Âlim korkar mı yahu?

Sadece Hocaefendi de değil Hüseyin Gülerce'den bile korkuyor. Yiğit Bulut'un programında Zaman gazetesinde çıkan bir haberi tenkit ediyordu. Habere göre Urfa'da bir camide Hıristiyan bir erkek ve Müslüman bir kadının nikahı kıyılmış. Nikahın ardından bizim Hıristiyan enişte “hem Hıristiyanım hem de Müslümanım” demiş. Cübbeli Ahmet Hoca da habere göre hüküm vererek insanları tekfir ediyordu. Derken yayına Hüseyin Gülerce bağlandı. Jöleli, Gülerce'nin bağlandığını söyleyince Cübbeli Ahmet Hoca'nın rengi attı. Hüseyin Gülerce habere konu olan olayın aslını, Hıristiyan erkeğin kelime-i şehadet getirerek Müslüman olduğunu söyledi. Cübbeli Ahmet Hoca hem hüm kem küm etti ama nafile...

Cübbeli Ahmet Hoca Dinlerarası Diyalog konusundan vakit buldukça diğer hocalara reddiye yazmaktadır. Bu iş de tıpkı diğerleri gibi ona büyük bir haz veriyor olmalı. Mustafa İslamoğlu, Adnan Oktar, Abdülaziz Bayındır, Hayreddin Karaman, Süleyman Ateş başlıca uğraşları. Bunun yanı sıra Ahmed Şahin ve Hekimoğlu İsmail'e de ara sıra dokundurur.
Gördüğünüz gibi tam bir “ben tek siz hepiniz!” vakası...

Tabi ki Cübbeli Ahmet Hoca bu mücadeleyi tek başına vermiyor. Cemaati içerisinde kendisini bu gereksiz işe adamış bir çok insanla el ele verip çalışıyor. Fakat bu ekip, 28 Şubat'ın kaset furyasında olduğu gibi montaj işinde ustalaşmış. Görüntüleri kesip, kişilerin konuşmalarını “küfür” formatı içerisine sokarak Facebook gibi sosyal iletişim ağlarından insanlara ulaştırıyor.

Bir örnek vereyim; Cübbeli Ahmet Hoca camide verdiği bir vaazda Samanyolu Tv'de yayınlanan bir dizide Yahudi ve Hıristiyanların cennete gideceğinin söylendiğini anlatmıştı. Bunu anlatırken de; “dansöz seyretsen günahkar olursun, bunları seyretsen gavur olursun. İslami gibi geçinip ne zehirler yutturuyorlar” diyerek tekfirde depara kalkmıştır. Akabinde ekibi bu diziyi bulup, dizide geçen o bölümü keserek sosyal iletişim ağlarına eklediler ve bu böyle aylarca sürdü.

İş artık sıkıntılı bir hal almış olacak ki, böyle gereksiz işlerle uğraşmamayı şiar edinmiş Samanyolu grubu yazılı bir açıklama yaparak Cübbeli Ahmet Hoca'yı yine tekzip etti.
Bahsi geçen dizi “Hakkını Helal Et” dizisidir. Dizinin 12. bölümünde gayrimüslim olan Agop'un İslamı seçmesi işlenmiştir. Montajlanan ve kesilen kısmında ise dizi karakteri “Allah yapılan iyilikleri karşılıksız bırakmaz” diyor. Yorum yapmama gerek var mı?

Ben Cübbeli Ahmet Hoca'nın oturup da Stv dizileri izlediğini, Zaman gazetesi okuduğunu düşünmüyorum. Sadece bunlar değil, reddiye yazdığı hocaların hiç birisini takip ettiğini düşünmüyorum. Hoca'ya bunca materyali getiren onun ekibi olmalı. Peki kim bu ekip? İşte asıl araştırılması gereken bu. İrticayla mücadele eylem planında “Gülen cemaatine karşı kullanılmalı” denilen Ömer Öngüt cemaati de tıpkı Cübbeli'nin ekibi gibi çalışıyordu. Ben bu işin de içinde ciddi ciddi Ergenekon'un olduğunu düşünüyorum. İsmailağa cemaatindeki iki âlimin camide katledilmesi ve Cübbeli Ahmet Hoca'nın kaseti de bu tezimi güçlendiriyor.

Cübbeli Ahmet Hoca Ergenekon'a çalışıyor” falan demiyorum. Öyle bir şeyi ima bile etmiyorum. Lakin çağı doğru okumayan Hoca'nın düşmanını da rahatça sezebileceğine hiç ama hiç ihtimal vermiyorum. Bu yüzden bilerek olmasa da bilmeyerek, dolaylı yoldan Ergenekon'a hizmet ettiğini düşünüyorum. İnşaallah gerçekleri görür ve kendisine çeki düzen verir.

Yazımı bir ayet ve bir hadisle bitiriyorum;

Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hücurat; 6)
Bir kimse (mümin) kardeşine kâfir dese, bu küfür ikisinden birine döner. Eğer bunu diyen doğru demişse -zaten öyledir-, eğer dediği doğru değilse, bu küfür ona, söyleyene döner.” (Buharî, Edeb, 73; Müslim, İman, 111)