24 Kasım 2011 Perşembe

Zulmü alkışlarım!

Zulmü alkışlarım, zâlime taparım,
Makâmın selâmeti için geçmişimi göklere çıkartırım,
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta öperim!
Öpemem ki!
Hiç olmazsa hayırla yâd ederim.
Birkaç bin hemşehrimin ardından yas tutamam!
Hele “çık özür dile” dediler diye ölsem yapamam!
Doğduğumdan beri aşığım Kemalizme!
Bana hiç yanlış yapmış değil Ce-ha-pe!
Kıvırıyorsam, kim dedi çarkçıyım?
Disipline sevk eder, anında kovarım!
Doğruyu söyleyeni görmezden gelirim!
Cevap veremez de azar işitirim, laf yerim!
“Adam aldırma da geç git” diyemem aldırırım.
Lafın altında kalmam, hiç değilse demagoji yaparım!
Yırtarım, yırtarım belgeleri savurur atarım!
Zâlimin dostuyum, amma severim mazlumu,
Stockholm'un şu sizin lehçede manası bu mu?

23 Kasım 2011 Çarşamba

Diplomalı eşekler

Cahil insanlar, "okumayı" sihirli bir değnek sanırlar. Okumakla iş bitecektir. Çocuklarını okutacaklar, onlar da büyüyünce, yaşlı ana babalarına "bakacaklardır"... Çocuk, bir tür yaşlılık sigortasıdır.

Bu insanlar, okumak deyince elbette "ders çalışmayı ve sınıf geçmeyi" anlarlar. Ders dışı her türlü okuma zararlıdır, gözleri bozar, kafa karıştırır. Çocuğun harçlığını kitaba değil "boğazına" harcaması istenir.
"Meslek" deyince de akıllarına üç şey gelir: Doktorluk, avukatlık, mühendislik.

Haa, bir de "atom mühendisliği" vardır ki, cahil halk arasında "en makbul, en ileri meslek" olarak kabul edilir. Ne var ki, böyle bir mühendislik dalı yoktur. Ana baba herhalde bundan "nükleer bomba imal eden teknik elemanı" anlamamaktadır, daha çok "uzay" falan gibi çağrışımlar içerir bu saçmalık.

Eh, aile içi hiçbir eğitim de verilmediğinden, bunların okuttuğu çocuk da genellikle diplomalı eşek çıkar. Bunlar, iş bulur çalışırlarsa çalışan eşek, bulamazlarsa işsiz eşek olurlar.
Bunların üniversite hayatlarına küçük bir örnek: Geçenlerde, Dr. Cengiz Aktar, Devlet Bakanı Egemen Bağış'ı bir konuşma yapması için Bahçeşehir Üniversitesi'ne konuk etmiş...
Bağış, Avrupa Birliği'ni ve ilişkilerimizi anlatacak. Konuyla ilgili devlet bakanı.
Ayağına gelmiş, daha ne istiyorsun? Ankara'da peşine düşsen günlerce dolanırsın da işlerinin yoğunluğundan randevu alıp görüşemezsin...
Yuh çekmişler. Konuşturmamışlar.
Adam sanki Bulgar hükümetinin Türkiye'den tazminat isteyen zıpçıktı bakanı...
Çünkü piçkuruları "Avrupa Birliği'nin ne olduğunu biliyorlarmış"...
Biliyorsan dinlemezsin, mecbur musun? Git kantinde kızlarla kakara kikiri yap, sinemaya git, çay iç, ne halt edersen et...
Ya da bakan konuşsun, ondan daha iyi biliyorsan meseleyi, kalk soru sor, eleştir, görüşlerini çürüt, adamı müşkül duruma düşür, onu silkele, perişan et!
Ama konuşturmayınca "eylem koymuş" oluyorlar akıllarınca.
"Avrupa Birliği savaş demekmiş"... Bildikleri bu.
Bakanı konuşturmayınca da "memlekete sahip çıkmış" oluyorlarmış.

Öğrenme arzusu yok, tartışma görgüsü yok, dinleme terbiyesi yok, önyargı var, bağnazlık var, beton kafalılık var. Ne bildikleri de ortada. Bunlar üniversiteyi bitirecekler, anaları babaları da "oğlumuz okudu da adam oldu" diye sevinecekler. (Küçük bir örnek daha vereyim: Dr. Ali Bayramoğlu çocuğun sınav kâğıdını göstermişti de ikna olmuştum, gözümle görmeseydim asla inanmazdım... Bayramoğlu'nun yazılıda sorduğu şu: "İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin dış politikasını özetleyiniz"... Son sınıf sınavı bu, bizim okulda ancak üçüncü sınıf bilgisiydi... Öğrencinin yanıtı tek cümle: "İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye, Atatürk'ün önderliğinde zaferden zafere koşmuştur!"... Bu hayvan birkaç ay sonra okulunu bitirdi, ortalıkta diplomalı siyasal bilimci diye dolaşıyor, belki "hariciyeye" bile girmiştir...)

Bunların yüzünden artık hiçbir gazeteci hiçbir üniversitenin kapısının önünden geçmez oldu. Çünkü konuşturmamakla yetinmiyorlar, bir de saldırıyorlar.
Az daha uyanıkları da, konuşmacıyı "provoke" edip küfür ettiriyor, sonra da tazminat davası açıyor, harçlığını çıkarıyor!...
Sakın ha sakın, hiçbir üniversiteden hiçbir hoca bana bu gibi bir taleple gelmesin.
Nasıl olsa öğrencileri anlatacağım şeyleri benden daha iyi bilmiyorlar mı canım?

Engin Ardıç

19 Kasım 2011 Cumartesi

Adnan Oktar sen ne ayaksın?

Ergenekon'un bu topraklar üzerindeki çalışma alanlarından bir tanesi de "din" konusu.
Cumhuriyetin ilanından itibaren bu konuda pek çok çalışma yaptılar. Kendi din adamlarını yetiştirip Diyanet İşleri Başkanlığına ve İlahiyat fakültelerine yerleştirdiler. Düşman oldukları cemaatlere ve tarikatlere alternatif olsun diye sahte cemaat ve tarikatler kurup, başına sahte şeyhler atadılar.

Bu çalışmaların meyvesini de 28 Şubat'ta almak istediler. "Din adamı lazımsa devlet yetiştirir, dini kitap lazımsa devlet zaten basar" gibi basit bir zihniyeti halka empoze etmek için Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibi modernist ve oryantalist bir kısım insanları televizyonlara çıkararak, lisan-ı hal ile "Her sakallıyı hoca sanmayın! Hoca istiyorsanız buyurun bu değerli hocaları dinleyin!" dediler.

İşin hoca kısmı hallolmuştu. Sırada, her sakallıyı hoca sanmamamız için bir çalışma gerekiyordu. Bunun için de Müslüm Gündüz, Ali Kalkavan ve niceleri piyasa sürüldü.

Kişileri de halleden Ergenekon için sırada cemaat ve tarikatler vardı. Çoğul eki kullandım fakat hedeflerinde sadece Fethullah Gülen ve Nur cemaati vardı. İnsanların bu cemaatlere meyletmemesi için de İskender Evrenesoğlu ve Ömer Öngüt cemaatlerini oluşturdular. (Bkz. İrticayla mücadele eylem planı) Bu cemaatler de tutmayınca has cemaatlere musallat oldular. İsmailağa'da şehit edilen iki hoca ve Cübbeli Ahmet Hoca'nın kaset haberleri bu tezi doğruluyor...

Bugünlerde yeniden ortaya çıkan Adnan Oktar bu iki zümreden hangisi? Ya da üçüncü bir ihtimal var mı?

Bana göre Adnan Oktar, tıpkı Zekeriya Beyaz gibi bir şahıs ama aynı zamanda Ömer Öngüt gibi bir cemaat.

Cemaati kuzu ve kedilerden oluştuğu için pek zararlı değil. Asıl tehlikeli olan kendisi...

Kadir Mısıroğlu bir programda Adnan Oktar için; "Ben merak ediyorum o ne zaman Mehdi olduğunu iddia edecek? Yanlışın da mevsimi mi olur?" demişti.

Yanlışın mevsimi olmadı ve Adnan Oktar Mehdi olduğunu iddia ederek bir kez daha ortaya çıktı. Etsin çok da önemli değil.

Kurduğu A9 tv sayesinde gerçek yüzü ortaya çıktı. Dindar insanları geçtim, dinle pek alakası olmayan seküler insanlar bile pek ciddiye almıyor. Kendilerini "Adnânî" olarak tanımlayan talebeleri de gerçekten kuzu gibi, sessiz sedasız öylece duruyorlar. Aman dursunlar...

Biz dönelim Adnan Oktar'a...

Adnan Oktar gerçekten çok akıllı bir politika izliyor. İnsanların sevdiği, değer verdiği kişilere, kurumlara, cemaatlere, tarikatlere ve partilere kesinlikle kötü söz söylemiyor, eleştirmiyor ve toz kondurmuyor. Çünkü bizim insanımızda öyle bir damar var ki, sevdiğimiz insana laf söyleyeni bir kalemde çizer atarız...

Adnan Oktar kurduğu televizyon kanalında mankenleri ve kızları karşısına oturtarak "Aç sineni ummanlar gibi olsun. Kucakla herkesi..." imajı vermek istiyor ama sine açmayı dekolte, kucaklamayı da gerçek manasıyla anlamış olacak ki işi biraz abartıyor...

Özellikle başını Altuğ Berker'in çektiği bir ekip, elinde kamerayla dolaşarak girebildikleri her yere girip Adnan Oktar'a yarayacak bilgi topluyorlar. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yapılan sohbetlere (nasıl oluyorsa) girmeyi başarıyor ve sohbet arasında sohbeti yapan kişiye Mehdi hakkında sorular sorup, aldıkları cevabı Adnan Oktar'a mal ederek yayına veriyorlar. Çantacı Necmi, Üstad Bediüzzaman'ın talebeleri Said Özdemir, Mehmed Kırkıncı, Abdülkadir Badıllı vb. insanlara gittiklerini ben bizzat gördüm. Hatta Allah selamet versin Mehmed Kırkıncı Hocefendi'ye gidip Mehdi'yi sorduklarında, Hocaefendi kulakları da ağır işittiğinden asıl gayelerini ve kim olduklarını anlamayarak ve gelenleri Fethullah Gülen Hocaefendi'nin talebeleri zannederek "Ben Hocaefendi'yi çok severim, çok desteklerim" demişti. Onlar da fırsat bu fırsat "Hocaefendi" sözünü Adnan Oktar'ı övmüş gibi lanse ettiler.

Londra'da belediye otobüslerinin üzerine Adnan Oktar ve kitaplarının reklamının verildiğini, talebelerinin Pentagon'da Amerikan askerlerine seminer verdiğini haberlerde okumuştuk.

Bu ve bunun gibi bir çok organizasyonları mevcut. Peki ya kaynak?

Cemaat ve tarikatlerin kaynakları esnaf ve işadamları tarafından oluşuyor ve artık bunu kimse gizlemiyor.
Peki Adnan Oktar'ın etrafında kedi ve kuzulardan, Oktar Babuna ve onun gibi zengin çocuklarından başka kim var? Hadi zenginlerin çocukları kaynak oluşturuyor diyelim. Bunların sayısı kaç? Hadi bin kişi olsunlar ya da daha fazla...

A9 tv, bunca reklam, kitap, yurtdışı faaliyetleri bunların finansmanını sağlamak için bunlar yeterli olabilir mi?

Bu yapı gerçekten çok iyi araştırılmalı. İnsanların her geçen gün dalga geçtiği, eğlendiği bir yapının üzerine bu denli ciddi düşülmesinin altında nasıl bir sebep olabilir kavramak zor.

Hangi güç o Hahamları, Papazları o stüdyoya getiriyor? Buna kim izin veriyor? Pentagon'a ve Amerikan askerlerine ulaşmayı kim sağlıyor?

Hangi güç Şeyh Nazım Kıbrısi'nin bu adamı övmesini sağlıyor?

Hangi güç o gençleri onun etrafına topluyor? Birleştiricinin din olmadığı çok açık. Peki ne? Beşinci Şua'da geçtiği gibi "insanları etkileyen teşhirci bir manyetizma" olmasın?

Adnan Oktar veya onun talebelerini bir tehlike olarak görmüyorum. Bazıları Adnan Oktar'ın İslam'a zarar verdiğini düşünüyorlar. İslam zarar verilmesi kolay bir din olsaydı nazil olduğu yıllarda zarar görürdü. İslamiyet güneş gibidir Adnan Oktar'la sönmez...

Ben asıl tehlikeyi Adnan Oktar'ın arkasında, onu yönlendirenlerde görüyorum.

Er geç bu da ortaya çıkacaktır. Ümitvâr olalım...

Stockholm değil Dersim sendromu

Yanda gördüğünüz resim; Kemalist rejimin ilk yandaş gazetelerinden olan "Son Posta" gazetesinin 17 Haziran 1937 tarihli manşeti... Görüldüğü üzere bu gazete, Kemalizmin icraatlarından olan Dersim katliamını gururla ilk sayfasına taşıyıp bunu sahipleniyor.

Dersim konusu, Chp Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün çıkışıyla yeniden gündeme geldi. Daha önce bu konuyu bir takım belge ve resimlerle yazmıştım. (Bkz. Dersim Katliamı)

Hüseyin Aygün'ün "Atatürk'ün Dersim harekâtından haberdar olmaması mümkün değil" sözleri Chp'de geçtiğimiz günlerde tartışma başlatmıştı.

Bir grup Chp milletvekili (ki içlerinde Alevi olan da var) Hüseyin Aygün'ü bu sözlerinden dolayı kınadı ve gereğinin yapılmasını istedi. Hüseyin Aygün disiplin kuruluna sevk edildi ve savunması istendi. Süreç devam ettiği için henüz bir sonuç çıkmadı.

Sonuç çıkmadı fakat büyük bir sorun ve tartışma çıktı. Chp genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Dersimli olduğu, göreve geldikten sonra parti yönetimi ve il kadrolarında Alevileri öne çıkardığı bilinmektedir.

Peki Dersimli Kılıçdaroğlu ve bir kısım Aleviler neden asıllarını inkar edercesine Dersim katliamını gizlemeye, gizleyemeseler de işin içinden Mustafa Kemal'i çıkarmaya çalışmaktadırlar?

Çayan Demirel hazırladığı "38" adlı belgeselde Dersim isyanını, belgeler ve tanıkların ağzından izleyiciye sunuyor.

İşin içinde Mustafa Kemal var mı yok mu buyurun o günü yaşayan insanların ağzından dinleyin. Ama dinleyemeyeceksiniz. Çünkü zalim rejim insanları o kadar korkutmuş ki aradan yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen insanlar hala başına bir iş gelmesinden korkuyor.

O korkuyu ve o dramı gözlerinizle görün...



Rivayet edilir; Bir Alevi dedesi İsmet İnönü'ye sormuş; "Biz bu ülkede %10 azınlığız. Durumumuz ne olacak?"
İnönü'nün cevabı gayet açık; "O zaman çocuklarınızı okutun %90'ı siz yönetin!"

Kemalist rejim gerçekten de Aleviler'e, gerek ordu içerisinde gerek kamuda ve bürokraside olsun büyük imkanlar ve makamlar vermiştir. Misal; yapısı değişmeden önce Hsyk'nın bütün başkanları Alevi idi...

Gözümüz yok elbette...

İşte tam da bu imkanları elde eden Aleviler, ne oldu da asıllarını inkar edip Kemalizm dinini şiar edindiler?

Sakın bunun nedeni makam-mansıp sevgisi, makamı kaybetme korkusu olmasın?

Bu, nedenlerden bir tanesi olsa da asıl neden olamaz.

Kemalistlerin, Dersim konusunda Atatürk'ü tenzih etmelerinin asıl sebebi; değişen ve gelişen dünya şartlarında Mustafa Kemal'in yaptıklarını demokrasi ve insan haklarıyla açıklayamamalarıdır.

Çıkıp adam gibi "Şeyh Sait, İskilipli Atıf Hoca ve Menemen'de niceleri... Nasıl rejime isyan ettiler ve öldürüldülerse Dersimliler de aynı gerekçeyle öldürüldü. O günün şartlarında gerekliydi" deseler, Mustafa Kemal'in diktatör olduğunu kabul etmek durumunda kalacaklar. Bunu kabul edince de önünü alamayacaklar. İşte bunun farkında olan muannidler, işin başından set çekerek konunun üzerini örtmek istiyorlar.

Alevi olmayan Kemalistler'in bu çıkışını anlamak mümkün fakat Alevi olanların durumunu Dersim (Stockholm) sendromundan başka bir şeyle açıklayamıyorum.

Bugün haberlerde gördüm. Kemal Kılıçdaroğlu "Başbakan'la istediği televizyonda Dersim de dahil tarih tartışmaya hazırım" demiş. Çok merak ediyorum Kılıçdaroğlu neyine güvenerek böyle meydan okuyor.

Başbakanlık ve Genelkurmay arşivleri dahil bütün arşivler Erdoğan'ın elinde. Mustafa Kemal'in Dersim harekatının emrini verdiği ve harekatı yönettiği de ayan beyan ortadayken, neye dayanarak "hodri meydan" diyebiliyor Kılıçdaroğlu?

Erdoğan bu teklifi ciddiye almayınca ve davete icabet etmeyince kendisinin haklı çıkacağını mı zannediyor yoksa? Erdoğan'ın böyle komik bir işe girişmeyeceğini duyunca çıkıp "Bakın işte gördünüz! Korkusundan gelemiyor çünkü doğruların bizde olduğunu o da biliyor" mu diyecek? Bir insan bu kadar mı çocuklaşır?

İlerleyen günlerde ne olacak bilmiyorum ama Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumunu ve süreci Hüseyin Aygün belirleyecek. Ya sözünün arkasında durup Aleviler'i uyandıracak ya da makamını kaybetmemek için o da Kemalizme ve Kemalistlere boyun eğecek.

İzleyelim görelim...