13 Mayıs 2008 Salı

Haş iki o!


Nedir acaba şu "su" dedikleri sıvı? Tamam "yaşam kaynağı" olarak zihinlere kazınmış ama nasıl? Yılmaz Erdoğan bir gösterisinde şöyle demişti; "ne var canım? 1 su molekülü 2 hidrojen ve 1 oksijen al sana su!" O kadar basit mi acaba?
İlk insandan günümüze kaç asır geçmişse artık hepsi su içmiştir, yıkanmıştır, yıkatmıştır, sulamıştır, sululuk yapmıştır, kısacası günümüzde kullanıldığı gibi kullanmışlardır. O zamandan beri hiç bitmeden akıyorda akıyor, hiç bitmiyor. Nerden geliyor? Dağdan.
Ya dağın içinde laboratuar var ve çalışanlar Yılmaz Erdoğan'ın dediği şekilde üretim gerçekleştiriyorlar ya da insanı bilen birisi suya muhtaç olduğunu düşünerek suyu ordan gönderiyor. Bu zamana kadar bir dağdan akan su toplanıp, dondurulsaydı Everest yanında quark kadar kalırdı heralde. Ya da bir sonu olsaydı, biterdi ve dağ göçerdi. Ama sürekli akıyor, akıyor, akıyor. Akıyor ama içindeki kanunlara bakıldığında ne kadar mütevazi olduğunu görüp takdir ediyoruz. Yani su olsam kasıldıkça kasılırdım, milletin boğazında kalır, adama kıçını yıkatacak kadar aşağılanmazdım.
Çünkü sudaki kılcal hareketler, suyun yerçekimine karşı gelmesini sağlıyor. Su yukarıdan düşüyor yer çekimi var. Peki aşağıdan yukarıya nasıl çıkıyor? Toprağa döküldüğünde ağaca nasıl tırmanıyor? Ve bunun gibi kimyasal analizler suyun bir mucize olduğunu ispatlamaya yetiyor. Bugün Afrika'nın kurak bölgelerinde mikrop dolu çamurlu suyu içmek için sabah erkenden kalkıp 3 km yürüyen insanlar var. Böyle bir mucizeyi hafife almamak ve bu mucizeyi veren Zat'a şükretmek lazım.

11 Mayıs 2008 Pazar

Ey ulaşılmaz Matlubum!

Göğe asılı bıraktığın bu sağnak, nice gönül tarlalarından “hû” filizlendirdi.
Kâinat vecde durdu. Ve dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor. Aşk vesile…
Dünyaya alıştım alışalı, denizi çakıl taşlarından tanıdım. İçimde ney seslerini büyüttüm. Belli ki yine bu ıssız limanda fırtına kopacaktı. Bir muammalı vakitti oysa ki yalnızlıklar. Aşkın tarifini sordum göçen kuşlara. Dediler göç, dediler yanmaktır yaklaştıkça. Onun kaynağından tadan divanedir, sonra… Sonra bir şair kesti yolumu. “En yüce bir düştür benim aşkım. Görmeye değmez ki küçük düşleri” dedi ve ekledi: “Mecnun değilsen sus!” Bense güneşin kol gezdiği ufuklar hayal ederdim alkımlı dünyamda, aşka dair. Düşlerim en kudsi duygularla bezenmişti oysa. Meğer küçük düşlerle avunmuşum. Muhayyel sevdalar bürüyor yüreğimin pencerelerini. Herbiri tül, herbiri hür. Hiç dokunulmamış, hiç yaşanmamış. Hikâyelerine hayal meyal tanıklık ettiğim. Bu efsane hikâyeler sürüldü masama. Bense özgün sözlerin tadına alışıktım. Benim taatim, tahiyyatimdi Rab’le. Dünyanın perdesini şöyle bir aralayınca, aşka dair birçok şeyin öylesine ortalığa savrulmuş olduğunu hissettim ki; tanınmayacak haldeydi. Kadın olmuştu, para, makam, nefs, hırs, menfaat, sömürü olmuştu. O kutsalı aralarından arındırmak öylesine zordu. Kalan son sevgi sözlerini topladım avucuma, doldurmuyor bile! Dilden çıkıp, ancak kulağa kadar varabiliyordu; yüreğe değil. Aşka belki bir adım, belki asırlar vardı ama,sevgiyi diri tutmaktı, yaşatabilmekti esas olan. Ucuzcular pazarından kurtulup, sultanlar sofrasına hizmetli olabilmekti. İflah olmaz aşk kisvesini giyebilmekti. Gönülde maya tutup aşka, onu göklere armağan edebilmekti, uçurtmalara…
Celal-i Didar’a yâr olabilmekti benim en gerçek düşüm. Sen ezelî ve ebedî, arzsız, arşsız, cennet ve cehennemsiz öylesine bir sevdasın ki diyebilmekti. Mevlânaca bir tavır koyabilmekti. Naz makamına ulaşmayı gönül hedefinin tam ortasına yerleştirebilmekti. Ruhum firdevslere kayarken, dünyanın sahte makyajı bulaşıyor yüreğime. Her renk bir adım daha ulaşılmaz kılıyor seni.
Ey ulaşılmaz Matlubum! Hırçın dalgalar Kahhar ismini vuruyor dünya sahiline, güller Cemal isminle raksa başlıyor bir seher, kuşlar Nur ismini zikrediyor bir şafak kızıllığında.
Bense, Vedud coğrafyasında, ’seven’ şahsında talibi oynamaktayım. Belki adaylığın adaylığına bile lâyık değilken;
“Bende Mecnun’dan fusun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık benim, Mecnun’un ancak adı var…”
diyebilme cürekârlığına koşmaktayım. Belki sadece içimdeki boşlukta çırpınıp durmaktayım.
Ey Rab! Sana ulaşmak sensizlikte kaybolmak nedir, anlatayım mı? Kum fırtınasında, çölde, sağanaklara aşk olmaktır!
Dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor. Aşk ola!

Lanet olası ön yargılar!

Aynş haklı valla;

Örneğin trende giderken, bir baba 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç "susun!" demeden yolculuğa devam ettiğinde ; siz içinizden "ne gamsız adam yahu!" diyebilirsiniz. Ama sorsanız, onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.

Ya da havaalaninda aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş. Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış kı, yanındaki koltuğa oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama ters ters bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadin bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmii. O sırada, kadının uçagının alana indigi anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında ne görsün? Kendi kurabiye paketi hiç açılmamış olarak çantasında duruyor. Meğer, adamın kurabiyesini yiyormuş.

Mikrofonlarımız tekrar Aynş'ta;

Karşılaştığınız sorunları, o sorunları oluşturduğunuz düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir? Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi vardır. Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır.





Ulu Admin


Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve içinde yer yüzünü 'create' etmiş; güneş'i bir 'power source', ay'ı bir 'system clock' yapmış. O 'power source'dir ki, kesintiye uğramaz ve o 'system clock'tır ki, şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve sanatının nihayetsizliğini gösterir.

Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüzbinlerce yıldan fazladır, 'error' verdirmeden, 'crash' ettirmeden çalıştırıyor. Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu 'save' etmiş ve yine o küçücük hücrende 'execute' ettiriyor. Madem ki, DNA'nın bir program olduğu apaçıktır ve bir program programcısız olamaz demek ki, senin programcılığın ancak o büyük zâtın programcılığına
ancak bir ayna hükmündedir.

Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu 'network'ün içinde hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki, senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor.

Ve madem ki, sen, etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü medyayı hazırlamış kullandırıyor. Sen bunları keşfeder, kullanır fakat bir yenisini ekleyemezsin, o halde öyle büyük bir 'network' uzmanı zât vardır ki, senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir.

Senin 'network'çülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdigi bir küçük parça ve bir büyük nimettir.
Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir 'limited trial version'dur, görüyorsun ki, elde ettiğin malı-mülkü hiç bir surette 'save' edemiyorsun. Öyle ise; bu kâinat yazılımını yazanı tanı.

Hem hiç mümkün müdür ki, bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda 'about' kesimi koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kâinatın en büyük 'donanımcısı', 'programcısı', 'network'çüsü ve 'system administrator'u olan zâtın her yere işlediği 'about' kesimlerini gör, öğren, 'full versiyon'unu kazanmak için çalış.

Unutma ki, hiç bir hareketin atlanmadan çok dikkatli 'log'lar tutuluyor. Bu 'log'lar herşeye gücü yeten o 'system admini' tarafından 'open' edilip 'check' edilecektir.